BEN BİR KÜÇÜK CEZVEYİM EMİNÖNÜ'NÜ GEZEYİM
Şimdiii, bir gezinin ardından anılarımı anlatacağım. Bu cümleyi duyunca zannedersiniz ki Fizan'a filan gittim, insan yiyen adamlar gördüm, zorlu tırmanışlarda bulundum, değil Eminönü’ne gittim :) Aslında yollarda bu saydıklarımı görmemiş de sayılmam, sürücüler birbirlerini yemek ister gibiydiler, otobüse binerken zorlu birkaç basamak tırmanışında bulundum, ayrıca belirtirim ki Eminönü’ne gitmek demek 1,5 saatlik yol demek, “gittim” fiilini çekmeye benzemiyor.
Ben öyle araştırmacı, cesur ve çantasını koluna takıp sağı solu keşfeden tiplerden değilim, ilk Eminönü’ne gidişim için baya bir cesaret toplamam gerekmişti. İki hafta psikolojik çalışma yaptım. :) Artık bu kadar sinik bir vaziyette gitmesem bile, herhangi bir ani durumda hızlı koşabilmek için spor ayakkabı, kaçarken hareketlerimi kısıtlamasın diye bol bir pantolon, birini öldürmek zorunda kalırsam sonradan tanınmamak için kara bir güneş gözlüğü, gözümü kapatmasın da art niyetli birini hemen sezebileyim diye tepede yumruk yapılmış saçlar, en çaprazından, en kalın saplı ve hem fermuarlı hem çıtçıtlı bir çanta, benim kalabalık bir yere yalnız giderken tercih ettiğim arazi üniformam. Oralarda bir dükkanlara, bir etrafına bakarak hin hin gezen bir tip görürseniz bilin ki bu benim. Abartıyor muyum güvenlik olayını? Kesinlikle evet! Ve bu çaba ne için?? Ayakkabı kutusu almak için!
Ayakkabılarımı, kendileri beyaz, kapakları pembe çiçekli, üstlerinde birer etiket, etiketlerinde de hangi ayakkabının bulunduğu yazan kutularda saklamak benim için son zamanlarda dayanılmaz bir arzu. Halihazırda varolan kutuları kaplama projesini hayata geçirmeye çalıştım, ikinci kutuda canıma yetti. Bu da bizi yine Eminönü gezisi noktasına geri götürür.
20 günlük bir yemek listesi hazırladım, her Allahın günü markete gitmek, “bugün ne yapacağım” azabına son vermek için. Markete tek bir yolculuk yaptım, her şeyi aldım, baharatlar kaldı. Bizim aktara da sormak istemedim, kutularıma da bakayım diye.
Gezinin ilk durağı Mısır Çarşısı idi, hedefler de Hint biberi, Beyaz biber, Safran, Muskat ve bilumum tatlılar. Hint biberini bilen yok, herkese sordum, sonra internette araştırdım ki, bu Arnavut biberi imiş, şu çoookkk acı, çookk kırmızı biberlerden. Neyse bulamadığım iyi olmuş, Uğur yemezdi zaten. Bu biber Hint Biberli Ispanak Kavurması tarifinde kullanılacaktı, geçmiş ola. Beyaz biber Mantar Kulesi’nde kullanılacaktı, ama 20’lik mönümün ilk yemeği olduğundan, zaten yapmıştım, gerek kalmadı, buna da geçmiş ola. Safranı da, “ola ki bir gün lazım olur” fikriyle aldım, muskat 8. Eylül’ün yemeği Havuçlu Sufle için lazımdı, yani yarına. Gezinin baharat kısmının manasızlığı bilmem satır aralarında gözünüze çarptı mı? Ama bilgilerini vermeyecek miyim?! Elbette ki vereceğim, Buyurun aşağıda. Safranın kilosu 40 YTL, beyaz biberin kilosu 10 YTL, muskatın tanesi 50 kuruş.
SAFRAN
Dünyanın en pahalı baharlarından biri olan safran Yunanistan, Anadolu, İran kökenlerini taşıyan, soğanlı, leylak renkli bir bitkinin içindeki turuncu-kırmızı renkli iplikçikleridir. Her çiçekte 3 adet bulunur. Safranı elde etmek için çiçekler bütün olarak koparılır. Kurutulup, safran ayrılır. Verim azlığından dolayı, fiyatı pahalıdır. Yemeklere sarı renk, koku ve lezzet verir. Özellikle pilav, balık, tavuk ve tatlılarda kullanılır. Safran ülkemizde adını verdiği Safranbolu'nun köylerinde yetiştirilmektedir.
Süsengillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, baharda çiçek açan küçük bir bitkidir. Bu bitkinin çiçekleri toplanır ve tepecikleri kurutularak kullanılır. Yemeklere san bir renk veren bu toz, zeytinyağında hiç erimez. Böylece karışık veya hileli olup olmadığını kontrol etmek mümkündür. Akdeniz ve Doğu ülkelerine özgü pirinç ve balık yemeklerinde kullanılan safran,bazı Balkan ülkelerinde ekmeğe katılır. Bazı yemeklere renk ve koku vermek için kullanılan safrandan zerde adı verilen tatlı yapılır
MUSKAT(HİNTCEVİZİ)
Hintcevizi, Molucca Adası'nda yetiştirilen ve yaprak dökmeyen Myristica fragrans bitkisinin tohumudur. Ağaç meyve vermeye yedinci yılda başlar ancak 90 yaşına kadar da meyve verir. Bu ağacın meyvesinin içinden hem hintcevizi alınır hem de kabuğu öğütülerek hoş kokulu bir baharat elde edilir. Endonezya'da yetiştirilmektedir. Tadı oldukça sert olduğundan en ince rendeden geçirilir. Zaten çoğunlukla rendelenmiş biçimde satılır. Romalı filozof Pliny, birinci yüzyılda hintcevizinden bahsetmiştir. Hindistan edebiyatında ise hintcevizinin ağız kokusuna, baş ağrısına ve soğuk algınlığına iyi geldiği söylemektedir. Sindirimi kolaylaştırıcı etkisi vardır. Serin, kuru ve karanlık yerlerde muhafaza edilmelidir. Bazı çorbalarda, sebze pürelerinde, köfte ve gratenlerde kullanılır. Antiseptik ve iştah açıcı özelliklerinin yanı sıra mideye ve kalbe de iyi gelir. Ayrıca sebze yemeklerinde, tatlı hamur işlerinde, kekler, kurabiyeler ve çöreklerde kullanılır. Başta beşamel olmak üzere çeşitli soslara eklenir. Peynirli yiyeceklerle uyum sağlar.
BEYAZ BİBER
Beyazbiber, daha olgunlaşıp sarı renk almamış yeşilbiberin suda bırakılarak kabuklarının çıkması ve kalan tanelerin kurutulmasıyla elde edilir. Karabibere göre daha az keskin bir tada sahiptir. Tane veya toz olarak mevcuttur. Açık renkli soslarda, rengi bozmaması için, karabiber yerine kullanılır.
Ülkemizde pek bilinmemesine karşın Avrupa'da karabiberin beyazı, yani " beyaz biber " de çok kullannılır. Karabiber, bu tırmanıcı bitkinin iyice olgunlaşmamış meyvelerinin, güneşte veya çok hafif bir ateşte kurutulmasıyla elde edilir.
“Gelmişken şu pasta malzemecilerine de bir bakayım” dedim, geçen sene aldığım minik renkli kalpler henüz bir dirhem bile eksilmedi ama olsun, değişik bir şeyler bulabilirim. Kuru Kahveci Mehmet Efendi’den içeri kıvrıldıktan sonra, ilk dükkan Mabel idi. Çikolatacı!! Ama orada süsleme için kullanılanlardan çarpmadı benim gözüme, kuvertür çikolata sordum ben de. 500 gr lık Mabel bitter çikolata barı 10 YTL. Şimdiii, bu noktada bir hesap yapmak gerek. Her markette bulunan Nestle Bitter’in -veya muadillerinin- kare paketi 1,25 YTL ve 80 gr. 500 gr için 6,25 paket almanız lazım, çarpı 1,25 eşittir 7,8125 YTL. Yani daha ucuza geliyor. E ne anladık bu işten? Hiçbir şey!! Ben de bunca zamandır “Ah, pastalarımda kullanabileceğim, pek lezzetli, pek ekonomik bir bitter kuvertürüm bile yok” diye boşa paralamışım yani kendimi. Siz yapmayın!
İkinci durak, bir yer :) . Adını ne siz sorun ne ben söyleyeyim, hiç hatırlamıyorum, Mabel’in sırasında, 4-5 dükkan aşağıda. Ön kısmındaki tezgahta duran, çok güzel renkli ve desenli, karton tabak ve bardaklara kapılıp içeri daldım. Ve oradan da aşağıda gördüğünüz iki süsleme şekerini aldım, her ikisinden de yedim, beyazın tadı beyaz çikolata gibi (ne şaşırtıcı değil mi?:)), gümüşün bir tadı yok. Tanesi 1,5 YTL. Her kabı, kacağı birer kez elledim ve dışarı çıkıp bu sefer öteki pasta malzemecisi Nüans’a gittim. Ya orada bir şey yok ya ben bulamıyorum, bir basiretsizlik var ama kusur kimin bilmem.
İşte tam bu noktada, kendi kendime dedim ki;”Ayakkabı kutusu!” . Aynı yol üzerindeki kağıt torba ve kutu yapımcılarına sordum, Kızıl Han diye bir yere gönderdiler beni. Korku filmlerindekilere benzer, içeri girdiğinizde “kesin bir ceset göreceğim” diye ürperdiğiniz bir mekan. (Yine uyarmak isterim, abartıları fazla da ciddiye almayın) O ürpertici mekanda, cesur esnaflar oturup çay içiyor ve muhabbet edebiliyorlardı, adamlardaki gözü peklik kanımı dondurdu :). Onlara da sordum, “Burada yok, Haramiderede belki bulursunuz, onlar da zaten sipariş üzerine çalışıyorlar” dediler. Şimdi, bu noktada sormak isterim size, ne fark ediyorsunuz? Baharat fasarya, ayakkabı kutusu yok, ben bu yürek hoplatan macerayı sırf iki minik kavanoz süsleme şekeri için mi göze aldım? Tabii ki hayır, bir de çikolatalı lokum aldım ve onlar da bayat çıktı. :) Malatya pazarından. Oradan almayın, bayat.
Bu durumda aylardır bitmeyen küpelerim için aksamlar almaya Marpuççular Han’a gittim, hem de belki sanatla biraz iç içe olursam acımı da unutabilirim diye düşündüm. İşte aldıklarım aşağıda. Tam 5 çift küpe yaptım eve döndükten sonra. Bunca eziyet, bunca yaratıcılıktan sonra Uğur eve gelip de “E bunların hepsi birbirine benziyo” dediğinde hissettiğim kızgınlığı ancak bu korkunç macerayı okuyup, yaşamışçasına saçları havaya dikilen sizler anlayabilirsiniz.
Eminönü gezim böyleydi, daha nice ürkünç maceralarda buluşmak ümidiyle….
Not: O fotoğraftaki pembe boncukları o küpe aparatına dizemedim, neticesi öyle değil yani. Yaptıklarımın fotoğraflarını çektiğimde, küpe vücuda getirme olayında başladığım noktayla bitirdiğim noktanın birbirinden ne kadar uzakta olduğunu gözlerinizle de göreceksiniz zaten.
Ben öyle araştırmacı, cesur ve çantasını koluna takıp sağı solu keşfeden tiplerden değilim, ilk Eminönü’ne gidişim için baya bir cesaret toplamam gerekmişti. İki hafta psikolojik çalışma yaptım. :) Artık bu kadar sinik bir vaziyette gitmesem bile, herhangi bir ani durumda hızlı koşabilmek için spor ayakkabı, kaçarken hareketlerimi kısıtlamasın diye bol bir pantolon, birini öldürmek zorunda kalırsam sonradan tanınmamak için kara bir güneş gözlüğü, gözümü kapatmasın da art niyetli birini hemen sezebileyim diye tepede yumruk yapılmış saçlar, en çaprazından, en kalın saplı ve hem fermuarlı hem çıtçıtlı bir çanta, benim kalabalık bir yere yalnız giderken tercih ettiğim arazi üniformam. Oralarda bir dükkanlara, bir etrafına bakarak hin hin gezen bir tip görürseniz bilin ki bu benim. Abartıyor muyum güvenlik olayını? Kesinlikle evet! Ve bu çaba ne için?? Ayakkabı kutusu almak için!
Ayakkabılarımı, kendileri beyaz, kapakları pembe çiçekli, üstlerinde birer etiket, etiketlerinde de hangi ayakkabının bulunduğu yazan kutularda saklamak benim için son zamanlarda dayanılmaz bir arzu. Halihazırda varolan kutuları kaplama projesini hayata geçirmeye çalıştım, ikinci kutuda canıma yetti. Bu da bizi yine Eminönü gezisi noktasına geri götürür.
20 günlük bir yemek listesi hazırladım, her Allahın günü markete gitmek, “bugün ne yapacağım” azabına son vermek için. Markete tek bir yolculuk yaptım, her şeyi aldım, baharatlar kaldı. Bizim aktara da sormak istemedim, kutularıma da bakayım diye.
Gezinin ilk durağı Mısır Çarşısı idi, hedefler de Hint biberi, Beyaz biber, Safran, Muskat ve bilumum tatlılar. Hint biberini bilen yok, herkese sordum, sonra internette araştırdım ki, bu Arnavut biberi imiş, şu çoookkk acı, çookk kırmızı biberlerden. Neyse bulamadığım iyi olmuş, Uğur yemezdi zaten. Bu biber Hint Biberli Ispanak Kavurması tarifinde kullanılacaktı, geçmiş ola. Beyaz biber Mantar Kulesi’nde kullanılacaktı, ama 20’lik mönümün ilk yemeği olduğundan, zaten yapmıştım, gerek kalmadı, buna da geçmiş ola. Safranı da, “ola ki bir gün lazım olur” fikriyle aldım, muskat 8. Eylül’ün yemeği Havuçlu Sufle için lazımdı, yani yarına. Gezinin baharat kısmının manasızlığı bilmem satır aralarında gözünüze çarptı mı? Ama bilgilerini vermeyecek miyim?! Elbette ki vereceğim, Buyurun aşağıda. Safranın kilosu 40 YTL, beyaz biberin kilosu 10 YTL, muskatın tanesi 50 kuruş.
SAFRAN
Dünyanın en pahalı baharlarından biri olan safran Yunanistan, Anadolu, İran kökenlerini taşıyan, soğanlı, leylak renkli bir bitkinin içindeki turuncu-kırmızı renkli iplikçikleridir. Her çiçekte 3 adet bulunur. Safranı elde etmek için çiçekler bütün olarak koparılır. Kurutulup, safran ayrılır. Verim azlığından dolayı, fiyatı pahalıdır. Yemeklere sarı renk, koku ve lezzet verir. Özellikle pilav, balık, tavuk ve tatlılarda kullanılır. Safran ülkemizde adını verdiği Safranbolu'nun köylerinde yetiştirilmektedir.
Süsengillerden, Akdeniz ülkelerinde yetişen, baharda çiçek açan küçük bir bitkidir. Bu bitkinin çiçekleri toplanır ve tepecikleri kurutularak kullanılır. Yemeklere san bir renk veren bu toz, zeytinyağında hiç erimez. Böylece karışık veya hileli olup olmadığını kontrol etmek mümkündür. Akdeniz ve Doğu ülkelerine özgü pirinç ve balık yemeklerinde kullanılan safran,bazı Balkan ülkelerinde ekmeğe katılır. Bazı yemeklere renk ve koku vermek için kullanılan safrandan zerde adı verilen tatlı yapılır
MUSKAT(HİNTCEVİZİ)
Hintcevizi, Molucca Adası'nda yetiştirilen ve yaprak dökmeyen Myristica fragrans bitkisinin tohumudur. Ağaç meyve vermeye yedinci yılda başlar ancak 90 yaşına kadar da meyve verir. Bu ağacın meyvesinin içinden hem hintcevizi alınır hem de kabuğu öğütülerek hoş kokulu bir baharat elde edilir. Endonezya'da yetiştirilmektedir. Tadı oldukça sert olduğundan en ince rendeden geçirilir. Zaten çoğunlukla rendelenmiş biçimde satılır. Romalı filozof Pliny, birinci yüzyılda hintcevizinden bahsetmiştir. Hindistan edebiyatında ise hintcevizinin ağız kokusuna, baş ağrısına ve soğuk algınlığına iyi geldiği söylemektedir. Sindirimi kolaylaştırıcı etkisi vardır. Serin, kuru ve karanlık yerlerde muhafaza edilmelidir. Bazı çorbalarda, sebze pürelerinde, köfte ve gratenlerde kullanılır. Antiseptik ve iştah açıcı özelliklerinin yanı sıra mideye ve kalbe de iyi gelir. Ayrıca sebze yemeklerinde, tatlı hamur işlerinde, kekler, kurabiyeler ve çöreklerde kullanılır. Başta beşamel olmak üzere çeşitli soslara eklenir. Peynirli yiyeceklerle uyum sağlar.
BEYAZ BİBER
Beyazbiber, daha olgunlaşıp sarı renk almamış yeşilbiberin suda bırakılarak kabuklarının çıkması ve kalan tanelerin kurutulmasıyla elde edilir. Karabibere göre daha az keskin bir tada sahiptir. Tane veya toz olarak mevcuttur. Açık renkli soslarda, rengi bozmaması için, karabiber yerine kullanılır.
Ülkemizde pek bilinmemesine karşın Avrupa'da karabiberin beyazı, yani " beyaz biber " de çok kullannılır. Karabiber, bu tırmanıcı bitkinin iyice olgunlaşmamış meyvelerinin, güneşte veya çok hafif bir ateşte kurutulmasıyla elde edilir.
“Gelmişken şu pasta malzemecilerine de bir bakayım” dedim, geçen sene aldığım minik renkli kalpler henüz bir dirhem bile eksilmedi ama olsun, değişik bir şeyler bulabilirim. Kuru Kahveci Mehmet Efendi’den içeri kıvrıldıktan sonra, ilk dükkan Mabel idi. Çikolatacı!! Ama orada süsleme için kullanılanlardan çarpmadı benim gözüme, kuvertür çikolata sordum ben de. 500 gr lık Mabel bitter çikolata barı 10 YTL. Şimdiii, bu noktada bir hesap yapmak gerek. Her markette bulunan Nestle Bitter’in -veya muadillerinin- kare paketi 1,25 YTL ve 80 gr. 500 gr için 6,25 paket almanız lazım, çarpı 1,25 eşittir 7,8125 YTL. Yani daha ucuza geliyor. E ne anladık bu işten? Hiçbir şey!! Ben de bunca zamandır “Ah, pastalarımda kullanabileceğim, pek lezzetli, pek ekonomik bir bitter kuvertürüm bile yok” diye boşa paralamışım yani kendimi. Siz yapmayın!
İkinci durak, bir yer :) . Adını ne siz sorun ne ben söyleyeyim, hiç hatırlamıyorum, Mabel’in sırasında, 4-5 dükkan aşağıda. Ön kısmındaki tezgahta duran, çok güzel renkli ve desenli, karton tabak ve bardaklara kapılıp içeri daldım. Ve oradan da aşağıda gördüğünüz iki süsleme şekerini aldım, her ikisinden de yedim, beyazın tadı beyaz çikolata gibi (ne şaşırtıcı değil mi?:)), gümüşün bir tadı yok. Tanesi 1,5 YTL. Her kabı, kacağı birer kez elledim ve dışarı çıkıp bu sefer öteki pasta malzemecisi Nüans’a gittim. Ya orada bir şey yok ya ben bulamıyorum, bir basiretsizlik var ama kusur kimin bilmem.
İşte tam bu noktada, kendi kendime dedim ki;”Ayakkabı kutusu!” . Aynı yol üzerindeki kağıt torba ve kutu yapımcılarına sordum, Kızıl Han diye bir yere gönderdiler beni. Korku filmlerindekilere benzer, içeri girdiğinizde “kesin bir ceset göreceğim” diye ürperdiğiniz bir mekan. (Yine uyarmak isterim, abartıları fazla da ciddiye almayın) O ürpertici mekanda, cesur esnaflar oturup çay içiyor ve muhabbet edebiliyorlardı, adamlardaki gözü peklik kanımı dondurdu :). Onlara da sordum, “Burada yok, Haramiderede belki bulursunuz, onlar da zaten sipariş üzerine çalışıyorlar” dediler. Şimdi, bu noktada sormak isterim size, ne fark ediyorsunuz? Baharat fasarya, ayakkabı kutusu yok, ben bu yürek hoplatan macerayı sırf iki minik kavanoz süsleme şekeri için mi göze aldım? Tabii ki hayır, bir de çikolatalı lokum aldım ve onlar da bayat çıktı. :) Malatya pazarından. Oradan almayın, bayat.
Bu durumda aylardır bitmeyen küpelerim için aksamlar almaya Marpuççular Han’a gittim, hem de belki sanatla biraz iç içe olursam acımı da unutabilirim diye düşündüm. İşte aldıklarım aşağıda. Tam 5 çift küpe yaptım eve döndükten sonra. Bunca eziyet, bunca yaratıcılıktan sonra Uğur eve gelip de “E bunların hepsi birbirine benziyo” dediğinde hissettiğim kızgınlığı ancak bu korkunç macerayı okuyup, yaşamışçasına saçları havaya dikilen sizler anlayabilirsiniz.
Eminönü gezim böyleydi, daha nice ürkünç maceralarda buluşmak ümidiyle….
Not: O fotoğraftaki pembe boncukları o küpe aparatına dizemedim, neticesi öyle değil yani. Yaptıklarımın fotoğraflarını çektiğimde, küpe vücuda getirme olayında başladığım noktayla bitirdiğim noktanın birbirinden ne kadar uzakta olduğunu gözlerinizle de göreceksiniz zaten.
0 Yorum:
Yorum Gönder
<< Anasayfa